BERLIN TRABZON
  Yasanmis ask Hikayeleri
 

Gercek olmus yasanmis bir Ask Hikayesi


Bu yazı gerçek bir aşk hikayesini anlatmaktadır ve yazıların hepsi aşık delikanlının günlüğünden alınmıştır.

10. sınıf

İngilizce dersinde yanımda bir kız oturuyordu onun için 'benim en iyi arkadaşım' diyordum... ama ben onun ipek gibi saçlarına bakıp onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, dersten sonra kalktı ve geçen gün sınıfta olmadığı için o günün notlarını istedi ona notları verirken bana teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

11. sınıf

Telefonum çaldı, arayan oydu ve ağlıyordu bana aşkın nasıl kalbini kırdığını anlattı, beni evine çağırdı, yalnız kalmak istemediğini söyledi, bende tabiki gittim, koltuğa, onun yanına oturdum, güzel gözlerine bakmaya başladım ve onun benim olmasını diledim, 2 saat sonra Drew Barrymore'un bir filmi başladı ve onu izledik filmi izledikten sonra uyumaya karar verdi, bana her şey için teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Son sınıf

Mezuniyet balosundan bir gün önce yanıma geldi ve "çıktığım çocuk hasta ve partiye gelemeyecek" dedi, benimde çıktığım biri yoktu ve 7. sınıfta birbirimize söz vermiştik eğer çıktığımız biri olmazsa partilere birlikte gidecektik, "en iyi arkadaş" olarak. Ve partiye birlikte gittik, o akşam çok güzeldi, her şey yolunda gitti, partiden sonra onu evine kapısının önüne kadar bıraktım, kapının önünde ona baktım o da bana o güzel gözleriyle gülümseyerek baktı. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, bana "hayatımın en güzel zamanını geçirdiğini" söyledi ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Günler, haftalar, aylar geçti ve mezuniyet günü geldi çattı...

Sürekli onu izledim onun mükemmel vücudunu seyrettim. Diplomasini almak için sahneye çıkarken sanki havada süzülen bir melek gibiydi. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Herkes evine gitmeden önce yanıma geldi ve ağlayarak bana sarıldı sonra başını omzuma koydu ve "sen benim en iyi arkadaşımsın, teşekkürler" deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Aradan yıllar geçti...

Bir kilisedeyim ve o kızın nikahını izliyorum... evet artık evleniyordu, onun "evet, kabul ediyorum" demesini, yeni hayatına girmesini izledim, başka bir adamla evli olarak. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Yeni hayatına girmeden önce yanıma geldi ve "nikahıma geldin teşekkürler" deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Yıllar çok çabuk geçti...

Şu an benim bir zamanlar en iyi arkadaşım olan kızın tabutuna bakıyorum, eşyaları toplanırken lise yıllarında yazdığı günlüğü ortaya çıktı... Hemen günlüğünü aldım ve günlükte okuduğum satırlar şöyleydi...

"Onun gözlerine bakarak onun benim olmasını diledim... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum... Keşke bana beni bir kez sevdiğini söyleseydi..."










SINAV



David o gün çok yoğundu, seçim kampanyaları devam
ediyordu. Aceleyle çevirdiği telefonda karşısına çıkan şarkı
gibi bir sesle karşılaşınca şaşırdı. Özür dileyip kapattı.
Ama o hoş ses, aklından çıkmıyordu. Ertesi gün sabah
erkenden o numarayı aradı. Telefon çalarken,
kalbi çok hızlı çarpıyordu. Evet karşısında yine o tatlı
ses vardı. Kendisini tanıttı, konuşmaya başladılar.
Konuştukça kızdan daha da etkileniyordu.

Günler geçti. Hergün onunla konuşuyordu, onun sesini
duymadan güne başlayamıyordu. Kızgın olduğunda
sakinleştiriyor, üzgünken neşelendiriyor, monoton
günlerde yeni heyecanlar aşılıyordu.
O soğuk kış günleri bu sıcacık sesle ısınmış ve
bahar gelmişti. Bu arada seçim kampanyaları da
çetin bir şekilde devam ediyordu.

Bu arada aklından ve kalbinden çıkaramadığı
o kızla evlenmeliyim diye düşünmeye başladı.
Bu, kampanyası için de olumlu olurdu. Danışmanı
başının etini yiyordu "Evlenirsen raitingin 10 puan artar"
diye... Şu ana kadar bu konuyu pek ciddi düşünmemişti.
Neden olmasın dedi ve hızla telefonu çevirdi. Hiç nefes
almadan evlenmek istediğini söyledi, kampanyasını anlattı,
hayallerinden bahsetti, seçimden sonra Karayiplerde bir
balayından bile bahsetti. Onun çoşkusu genç kıza da
geçmişti. Ama bir anda sessizleşti ve mırıltılı bir sesle
"henüz beni görmediniz ya beğenmezseniz." dedi.
David "bu kadar güzel bir sesin ve kalbin sahibi
çirkin olamaz herhalde" dedi. Bu arada eski neşesini ve
çoşkusunu kaybetmişti. O zaman yarın buluşalım dedi.

Buluşacakları yeri konuştular. Ertesi gün David
heyecanla buluşacakları yere geldi. Biraz sonra uzaktan
yanında köpeği ile güzel bir kız geliyordu. Acaba o mu
diye düşündü. Ama parkın o kısmındaki tek kişi
olmasına rağmen ona bakmıyordu. Uzaklara çok
uzaklara bakıyordu. Sanırım o değil dedi. Kızın gözlerinde
güneş gözlükleri vardı. Kızın gözlerinin ne renk olduğunu
düşünmeden edemedi. Kız, David ile telefondaki
meleğin buluşacağı havuzun yanına kadar geldi.
O da ne? Elinde bir beyaz baston vardı.

David şaşkınlıkla ona bakakaldı. Bu o telefonlarda
konuştuğu meleğiydi. Ama o kördü. Ne yapmalıyım
diye düşündü. Kaçıp gitmeli mi? Herşeye rağmen
elini tutup konuşmalı ve onunla evlenmeli miydi?
David yutkundu ve birkaç adım atıp, kızın yanından
geçip sessizce gitti. Parkın dışına çıktığında son
birkez dönüp kıza baktı. Kız hâlâ uzaklara doğru
bakıyor, köpeğiyle konuşuyor ve David 'i bekliyordu.
David, günlerce onu bekleyen kızın hayalini
unutamadı. Sürekli doğruyu yaptığına kendini
inandırmaya çalışıyordu. Bazen eli telefona gidiyor,
"O gün işim çıktı, gelemedim." deyip, herşeye
yeniden başlamayı düşünüyordu.

Günler geçti ve seçimler sonuçlandı. David seçimleri
kaybetti. New Jersey valisi olamamıştı. Yine
avukatlığa devam etmeye başladı. Noel
hazırlıklarının devam ettiği o öğlen, sekreteri içeri
girerek, davanın 25 dk sonra olacağını hatırlattı.
Hızla hazırlandı. Çantasını alıp adliyeye gitti.
Yerine geçti oturdu. Önemli bir tecavüz davası
görülüyordu ve sanığı David savunacaktı, işi zordu.
Biraz sonra karşı taraf ve hakim de yerlerini almıştı.
David, ilk tanığa sorusunu sordu. Moralinin bozulmaması
için karşı tarafın avukatına dönüp bakmamıştı bile.
İkinci tanık ile ilgili notlarına bakarken, yüksek topuklu
bir ayakkabı sesi duydu. Karşı tarafın avukatı tanığın
yanına gidiyordu. Avukat konuşmaya başladı. Bu ses
çok sert, acımasız ama bir o kadar da tanıdık geldi.

Başını kaldırdı daha bir dikkatle baktı. O sırada
saçlarını sımsıkı topuz yapmış, menekşe gözlü,
dudakları bir çizgi gibi kapalı avukatla gözgöze geldi.
İşte o anda gözlerinde birden başka bir görüntü
canlandı. Çağlayan gibi omuzlarından aşağı sarkan sarı
saçlar, her an gülmeye hazır yürek şeklinde dudaklar,
melek gibi bir yüz ve güzel bir vücut. Bu, o parktaki
kız olabilir miydi..? Yoksa halisülasyonlar mı görmeye
başlamıştı. 2 saat sonra dava bittiğinde hiç bir şey
hatırlamıyordu. Yanından hızla geçen avukatın peşinden
koşup bahçede yakaladı. Tam ağzını açıp konuşacaktı ki,
o menekşe göze, ta gözbebeklerinin içine kadar
sımsıcak bir şekilde baktı, o çizgi halindeki dudaklar
güller gibi açarak gülümsedi ve şarkı gibi melodik bir
ses duyuldu. "Merhaba, o gün parkta sana şaka yapmak
istemiştim... Herşeye rağmen beni isteseydin, cesurca
yanıma gelip bana telefondaki meleğim demiş
olsaydın. Ya da, 1-2 saniye daha bekleyebilseydin...
Oraya sana evet demek için gelmiştim. Oysa sen,
kendi kalbini sınavdan geçirdin ve başarısız
oldun. Bu arada, sürekli aradığın ya da, parktaki
günden sonra hiç aramadığın telefon, ofisimdeki direkt
telefondu." dedi ve telefondaki melek yürüyüp gitti...



AF ET BABACIGIM




Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu.
Eşi Babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen İnanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi Göze alamazdı.
Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven Bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını . Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.
Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.

Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.

Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu.
Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.

Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.
Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler.

Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum."
________________________________________________

 
  Siteme Bugün 1 BesucherGirdi  
 
Free TURKEY MySpace Cursors at www.totallyfreecursors.com

Stromanbieter

Gratis Domain
Flitterwochen in Südafrika

Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden